30 Ağustos Zafer Bayramı şanlı Türk tarihi için çok önemlidir. Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşları canlarını ortaya koyarak düşmanı yurttan atmayı başarmış ve Yunan zulmüne, işgaline son vermiştir.
Atatürk, Büyük Taaruz’a hangi koşullar altında, nasıl karar verdiğini Nutuk’ta şu şekilde anlatmıştır:
“Efendiler, taarruz için tekrar cepheye gitmeden evvel, Ankara ’da tespit edilmek lâzım gelen bazı vaziyetler vardı. Henüz, Heyet-i Vekile’yi taarruz emri verdiğimden tamamen haberdâr etmemiştim. Artık onları resmen haberdâr etmek zamanı gelmişti. Akdettiğimiz bir ictimâda vaziyet-i dahiliyeyi, hariciyeyi ve askeriyeyi müzakere ve münakaşa ettikten sonra, taarruz hususunda Heyet-i Vekile ile mutabık kaldık.
Diğer bir mesele de mühimdi. Muhâlifler, ordunun tefessüh ettiğinden, kıpırdayacak halde olmadığından, böyle zulmet ve mübhemiyet içinde intizârın felâkete müncer olacağından ibaret propagandalarına çok germî vermişlerdi. Gerçi Meclis’te bu telâkki cereyânının yaptığı akisler zaten düşmanlardan çok gizlemek istediğim harekât nokta-i nazarından faydalı idi. Fakat bu menfî propaganda, en yakın ve en kani zevât üzerinde dahi su-i tesire başlamış, onlarda da tereddütler uyandırmıştı. Onları da karîben yapacağım taarruz hakkında ve altı yedi günde düşman kuvâ-yı asliyesini mağlûp edeceğime dair olan itimâdım hususunda, tenvîr ve teskin etmeyi lüzumlu gördüm. Bunu da yaptıktan sonra Ankara’yı terk ettim. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi benden evvel 13 Ağustos 38’de cepheye gitmişti.
Ben, birkaç gün sonra hareket ettim. Hareketimi pek mahdûd birkaç zattan mâadâ bütün Ankara’dan gizledim. Benim gaybûbet edeceğimi bilenler, burada imişim gibi davranacaklardı. Hatta benim Çankaya’da, çay ziyafeti verdiğimi de gazetelerle ilân edeceklerdi. Bunu bi’t-tabi o vakitler işitmişsinizdir. Trenle hareket etmedim. Bir gece otomobil ile Tuz Çölü üzerinden Konya’ya gittim. Konya’ya hareketimi orada kimseye telgrafla bildirmediğim gibi Konya’ya vâsıl olur olmaz telgrafhaneyi kontrol altına aldırarak Konya’da bulunduğumun da hiçbir tarafa bildirilmemesini temîn ettim.
20 Ağustos 338 günü öğleden sonra saat dörtte Garp Cephesi Karargâhı’nda, yani Akşehir’de bulunuyordum. Kısa bir müzakereyi müteakib 26 Ağustos 338 sabahı düşmana taarruz için Cephe Kumandanı’na emir verdim.”
Falih Rıfkı Atay: “Bir Gün Yanılmış, 15 Günde Değil 14 Günde Varılmıştır”
25 Ağustos günü Mustafa Kemal, Keçiören’de yakın arkadaşları ile bir aradaydı. Çok yorgundu. Gece yarısı toplantıdan ayrılacağı sırada arkadaşlarına, “Düşmana hücum haberini aldığınız zaman hesap ediniz. On beşinci gün İzmir’e varacağız,” dedi.
Bu kadar kısa zamanda hem düşmanın yenileceğine hem de ta İzmir’e varılacağına kimse inanmıyordu. Dudak bükenler, gülenler oldu.
26 Ağustos sabahı Gazi, o büyük buyruğu verdi: “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” Buyruk yerine getirildi, Türk orduları 9 Eylül günü İzmir’e girdiler.
Ankara’ya dönüşte coşan, kabaran halkla birlikte; arkadaşları da Gazi’yi karşılamaya gelmişlerdi. Onlara döndü: “Bir gün yanılmışım,” dedi. Çünkü İzmir’e on beş günde değil, on dört günde varılmıştır.
AKINCI
İn atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!
Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: ilerle!
Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle…
Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan.
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan.
Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla,
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla..,
Cennette bugün gülleri açmış görürüz de,
Hâlâ o kızıl hâtıra titrer gözümüzde!
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik,
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!
Yahya Kemal Beyatlı